111- TEBBET SURESİ



Mushaftaki sıralamada yüz on birinci, iniş sırasına göre altıncı sûredir. Mek­ke döneminde Fatiha sûresinden sonra[1], Tekvîr sûresinden önce inmiştir.

Müfessirlerin icmaıyla sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir.[2]

Nitekim İbn Merduye'nin yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (r.a.), İbn Zübeyr ve Hz. Aişe (r.a.) şöyle demişlerdir:

“Tebbet Sûıesi Mekke'de inmiştir.”[3]



1. "Ebû Leheb'in elleri kurusun; kurudu da!

2. Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi.

3. Alevli ateşe yaslanacaktır.

4-5. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır."



Bu surenin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Rasulullah’ın (s.a.v.) Safa tepesindeki tebliğine Ebu Leheb’in verdiği karşılık üzerine inmiştir.

a- Ahmed b. el-Hasan el-Hîrî, Hacib b. Ahmed'den, o Muhammed b. Hammad'dan, o Ebû Muaviye el-A'meş'ten, o Amr b. Mürre'den, o Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivâyeten şöyle dedi:

"Rasulullah (s.a.v.) bir gün Safa Tepesi'ne çıktı ve:

"Ey Sabahçılar, sabah oldu, uyanın ey Kureyş! Koşun ey Kureyş topluluğu!" diye nida etti. Bunun üzerine Kureyş toplandı ve:

"Ne istiyorsun? Ne haberin var?" dediler. O da:

"Ben size sabaha akşama düşman baskısına uğrayacağınızı haber verecek olsam beni tasdik eder misiniz?" diye sordu. Onlar:

"Evet" dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"(Öyleyse iyi dinleyin) Ben sizi önünüzdeki şid­detli azabdan sakındıran birisiyim." Bunun üzerine Ebû Leheb[4]:

"Seni helak olasıca, Bizi bunun için mi topladın?" dedi. Allah Teala da bu sûreyi indirdi."[5]

Buhari bu hadisi Muhammed b. Selam'dan, o da Ebû Muaviye'den rivayet et­miştir.[6]

b- Buhârî der ki: Bize Muhammed İbn Selâm.. İbn Abbâs'tan naklet­ti ki:

"Rasûlullah (s.a.v.) Bathâ'ya çıkmıştı. Dağa tırmanıp; "sabahlar ha­yırlı olsun" diye seslenince, Kureyş'liler etrafında toplandılar. Rasûlul­lah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Eğer ben size düşmanın sabahleyin veya akşam üstü geleceğini söylersem, beni doğrular mısınız?" Onlar;

"Evet." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

"Ben, sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıcıyım." Ebu Leheb dedi ki:

"Bizi bunun için mi topladın? Ya­zıklar olsun sana, iki elin kurusun." Bunun üzerine Allah Teâlâ: "İki eli kurusun Ebu Leheb'in ve yok olsun..." âyetini sûrenin sonuna ka­dar inzal buyurdu.

Bir başka rivayette de Ebu Leheb kalkıp elini bir­birine çarparak; "Yazıklar olsun bugün sana, bizi bunun için mi topla­dın?" diyormuş. Bunun üzerine Allah Teâlâ Leheb sûresini inzal buyur­muş."[7]

c- Said b. Muhammed el-Adl, Ebû Ali b. Ebî Bekr el-Fakih'ten, o Ali b. Abdillah b. Mübeşşir el-Vasıtî'den, o Ebu'l-Eş'as Ahmed b. el-Miıkdam'dan, o Yezid b. Zürey'den, o Kelbî'den, o Ebû Salih'ten, o da İbn Abbas'tan rivayet ederek şöyle dedi:

"Rasulullah (s.a.v.) ayağa kalktı ve şöyle dedi:

"Ey Ğalib Oğulları, Ey Mürre Oğulları, Ey Kilâb Oğulları, Ey Kusayy Oğulları, Ey Abd-i Menaf Oğulları! Ben, siz "La ilahe illallah" demedikçe size Allah'tan gelecek bir zararı ne önleyebilirim, ne de dünyadan bir nasib sağlayabilirim." Bunun üzerine Ebû Leheb:

"Helak olasıca. Bizi bunun için mi bu­raya topladın?" dedi. Allah Teala da bu sûreyi indirdi."[8]

d- Ebû İshak el-Mukrî, Abdullah b. Hamid'den, o Mekkî b. Abdan'dan, o Abdullah b. Haşim'den, o Abdullah b. Numeyr'den, o A'meş'ten, o Abdullah b. Mürre'den. o Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan bize şunu dediğini haber verdi:

"En yakın akrabalarını uyar"[9] âyeti inince Rasulullah (s.a.v.) Safa Tepesi'ne geldi ve onun üzerine çıktı. Sonra şöyle nida etti:

"Ya Sabahçılar, ey Kureyş topluluğu!" Bunun üzerine insanlar toplandı. Daveti duyanlardan bazısı geliyor, bazısı da yerine adam gönderiyordu. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ey Abdu'l-Muttalib Oğulları, Ey Fihr Oğulları, Ey Luey Oğulları! Eğer ben size şu dağın eteğinden atlıların çıkacağını ve onların size zarar vereceklerini haber versem beni tasdik eder misiniz?" Onlar da:

"Evet" dediler. Rasulullah (s.a.v.):

"Öyleyse ben, sizi önünüzdeki şiddetli azabdan sa­kındıran birisiyim" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Leheb:

"Helak olasıca. Bizi davetin bu­nun için miydi?" dedi. Allah Teala da bu sûreyi indirdi." [10]

e- İbn Abbas şöyle demektedir:

“Allah'ın Resulü, başlangıçta, durumunu gizliyor ve Mekke'nin mahallelerinde gizlice namaz kılıyordu. Bu, “Yakın akrabalarını uyar” [11] ayeti nazil oluncaya değin, üç sene devam etti. Bu ayet nazil olunca Safa Tepesi'ne çıktı ve

“Ey Âli Gâlib...” diye nida etti. Bunun üzerine Âli Gâlib, Mescidden onun yanına geldi. Bunun üzerine Ebû Leheb,

“İşte Gâlib yanına geldi, ne var?” dedi. Sonra,

“Ey Âl-i Lüey” diye seslendi. Bunun üzerine, Lüey'den olmayanlar geri döndü. Bunun üzerine Ebu Leheb,

“İşte Lüey yanına geldi, ne var?” dedi. Sonra,

“Ey Âl-i Mürre” diye seslendi. Bunun üzerine, Mürre'den olmayanlar geri döndü. Yine Ebû Leheb,

“İşte Mürre yanına geldi, ne var?” dedi. Hz. Peygamber sonra,

“Ey Âl-i Kilâb” diye seslendi. Bundan sonra da,

“Ey Âl-i Kusayy” diye seslendi. Bunun üzerine Ebü Leheb,

“İşte Kusayy yanına geldi, ne var?” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine,

“Allah bana, en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Sizlerse en yakınlarımsınız. Biliniz ki ben, ne bu dünyada size nasib sağlayabilirim, ne de Ahirette bir pay... Ancak, “Lâ ilahe illallah” demeniz müstesna. O zaman ben de, bununla, Rabbimiz katında lehinize şehadette bulunurum...” dedi. Bu söz üzerine Ebû Leheb,

“Hay kahrolasıca, bizi bunun için mi çağırdın?” dedi. Onun bu sözü üzerine bu sûre nazil oldu.”[12]

f- İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor:

"En yakın akrabalarını uyar"[13] âyeti inince Rasulullah (s.a.v.) Safa Tepesi'ne geldi ve onun üzerine çıktı. Sonra:

"Ey Fihr oğulları, ey Adiyy oğulları!" diye Kureyş topluluğuna seslenmeye başladı. Birçoğu geldi, gelemiyenler de ne oluyor diye bakması için bir elçisini gönderdi. Ebu Leheb ve Kureyş Safa tepesinin etrafında toplandılar. Hz. Peygamber (s.a.v.):

"Ne dersiniz; şimdi ben size şu vadinin arkasında atlılar size baskın yapmak istiyorlar diye haber versem beni tasdik eder misiniz?" diye sordu.

"Biz, senden doğruluktan başka bir şey görmedik. (Biz, ancak senin doğruluğunu tecrübe ettik)." dediler. Rasulullah (s.a.v.):

"Ben, sizi çok şiddetli bir azabın önünden uyarıcıyım."[14] buyurdular. Ebu Leheb:

"Diğer günlerde (gelecekte) kökü kuruyasıca! bizi bunun için mi topladın?" dedi de bunun üzerine bu Sûre nazil oldu.[15]

g- İbn Abbas'üın şöyle dedi­ği rivayet edilmektedir:

"Yakın akrabanı uyar."[16]; "Ve ara­larından ihlâsa erdirilmiş taraftarlarını"[17] buyruğu nazil olunca, Rasûlullah (s.a.v.) evinden çıktı ve Safâ'nın üzerine çıktı. (Savaş ve baskın tehlikesini ha­ber vermek üzere kullanılan):

"Ya sabâhâh (sabah baskınına uğradık)"! diye seslendi. Onlar:

"Bu seslenen kim?" dediler.

"Muhammed" diye cevap verdiler. Onun etrafında toplandılar. Şöyle buyurdu:

"Ey filan oğulları, ey filan oğulları, ey filan oğulları. Ey Abd-i Menaf oğulları, ey Abdo'l-Muttalib oğulları!" Hepsi de onun etrafında toplandılar. Bunun üzerine şöyle dedi:

"Bu dağın arka tarafında karşınıza çıkmak üzere bir grub süvarinin bulunduğunu size haber verecek olsaydım, ne dersiniz? Benim bu verdiğim haberi tasdik ed­er miydiniz?" Onlar:

"Biz şimdiye kadar senin yalan söylediğini tesbit etme­dik", dediler. Peygamber (s.a.v.):

"İşte ben şüphesiz son derece çetin bir azabın önün­de sizin için bir uyarıp korkutanım." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb:

"Helak olasıca! Sadece bunun için mi bizi topladıa" dedi. Sonra kalkıp gitti. Bu se­fer şu: "Ebû Leheb'tn iki eli kurusun. Helak oldu zaten" diye başlayan bu sûre nazil oldu. (Hadisi) böylece (rivayet eden) el-A'meş, sûreyi sonuna ka­dar okudu."[18]

h- Bu olayı Müslim de Ebu Hüreyre'den rivayetle tahric etmiş olup ayrıntılarda küçük bir takım farklar vardır. Bu rivayet şöyledir:

"Ve yakın akrabalarını uyar."[19] âyet-i kerimesi nazil oldu­ğunda Rasûlullah (s.a.v.) Kureyş'i çağırdı. Onların avamı, havâssı gelip toplan­dılar. Onlara seslendi:

"Ey Ka'b ibn Luay oğulları nefislerinizi ateşten kurtarın. Ey Mürre ibn Ka'b oğulları nefislerinizi ateşten kurtarın. Ey Abdi Şems oğulları kendinizi ateşten kurtarın, ey Abdi Menâf oğulları kendinizi ateşten kur­tarın. Ey Hâşim oğulları nefislerinizi ateşten kurtarın, ey Abdü'l-Muttalib oğul­ları kendinizi ateşten kurtarın. Ey Fâtıma (binti Muhammed) kendini ateşten kur­tar. Allah katında ben sizin için hiçbir şeye malik değilim. Şu kadar var ki sizinle aramda bir akrabalık var ve ben bu akrabalığın hakkını veririm."[20]

i- Hadisin Neseî'deki rivayetlerinde de küçük farklar bulunmakta. Şöyle ki: Ebu Hüreyre'den rivayette o şöyle anlatıyor:

"Ve yakın akrabalarını uyar." [21] âyet-i kerimesi nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) kalktı ve:

"Ey Kureyş topluluğu, ne­fsinizi Allah'tan satın alın; ben, Allah katında size bir fayda sağlıyamam. Ey Abdi Menâf oğulları, nefsinizi Allah'tan satın alın. Ben, Allah katında size hiçbir fayda veremem. Ey Abbâs ibn Abdül-Muttalib, benim Allah katında sana hiçbir faydam dokunmaz. Ey Allah'ın elçisinin halası Safıyye, benim Allah ka­tında sana hiçbir faydam dokunmaz. Ey Fâtıma, benden ne istersen iste ama Allah katında sana hiçbir faydam dokunmaz." buyurdu.[22]

j- Hadisin bu rivayetlerinde Mesed Sûresi'nin nüzulüne sebep olan Ebu Leheb'in: "Soyu kesilesice bizi bunun için mi topladın." dediği zikredilmemek­le birlikte aynı hadisin İbn Abbâs'tan gelen rivayetinde Mesed Sûresinin de bu hadise üzerine nüzulü tasrih olunmuştur.[23]

k- Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakledilir ki; "Rasûlullah (s.a.v.) kavmini îmâna çağırdığı zaman, Ebu Leheb şöyle demiş:

"Eğer kardeşimin oğlunun söylediği gerçek ise, ben kıyamet günü malımı ve çocuğumu vererek sizi azâbtan kurtarırım." Bunun üzerine Allah Teâlâ: "Malı ve kazandığı ona fayda ver­medi." âyetini indirmiştir." [24]

l- İbn Abbas dedi ki:

"Rasûlullah (s.a.v.) yakın akrabalarını cehennem ateşi ile korkutup uyarınca Ebû Leheb:

"Şayet kardeşimin oğlunun dediği gerçek ise malımı ve çocuklarımı fidye vererek kendimi kurtarırım", dedi. Bunun üze­rine,

"Malı da, kazandığı da kendisine fayda vermedi" buyruğu nazil oldu.[25]

m- Ebu Leheb peygamberin amcalarından birisidir. Adı; Abdü'1-Uzzâ İbn Abdü'l-Muttalib'tir. Künyesi Ebu Utbe'dir. Yüzü parlak olduğu, Rasûlullah'a çok eziyet ettiği, kin beslediği, onunla alay ettiği, Hz. Pey­gamberi ve dinini küçük düşürmeye çalıştığı için Ebu Leheb adı veril­miştir.[26]

n- Bu hadise, İbn Abbâs'tan rivayete göre bi’setten üç sene sonra meydana gelmiştir ve Sûrenin inişi de o zaman olmuştur.[27]

2- Rasulullah’ın (s.a.v.) amcalarına verdiği ziyafet esnasındaki tebliğine karşılık Ebu Leheb’in tepkisi üzerine inmiştir.

"Bir rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.v.) amcalarını toplayıp onlara bir tabakta yemek ikram etmiş.

"Bu kadarcık yemek kime yetecek? Yalnız başına birimiz bir koyunu yer" diye sunulan yemeği hakir görmüşler. Ama hepsi yeyip karnını doyurmasına rağmen yemekten az bir şey eksilmiş. Yemekten sonra:

"Bizi niçin topladın?" demişler de Hz. Peygamber (s.a.v.) onları İslâm'a davet et­miş ve Ebu Leheb de söylediği o sözü işte o zaman söylemiş ve bu Sûre nazil olmuş."[28]

3- Ebu Leheb’in Rasulullah’tan (s.a.v.) imtiyaz istemesi üzerine inmiştir.

a- İbn Zeyd der ki:

"Ebu Leheb, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e:

"Ey Muhammed, müslüman olduğum takdirde bana ne verilecek?" diye sormuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.):

"Müslümanlara ne verilmişse sana da o verilecek." buyurdu. Ebu Leheb:

"Benim onlara bir üstünlüğüm olmıyacak mı?" diye sordu. Hz. Peygamber:

"Ne istiyorsun?" dedi. de Ebu Leheb:

"Bu dine yazıklar olsun ki ben ve şunlar (o dinde) eşit oluyoruz." dedi ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu Sûreyi inzal buyurdu.[29]

4- Rasulullah’ın heyetleri tebliğine karşılık Ebu Leheb’in propogandası üzerine inmiştir.

a- Târik el-Muhâribî'nin şöyle dediği rivayet olunur:

"Ben, Zu'1-Mecâz panayırında iken, genç bir delikanlıyla karşılaştım.

"Ey insanlar! Lâilâhe illallah deyin, kurtulun" diyordu. Bir de baktım ki, arkasından bir adam onu taşlıyor, bacaklarını ve topukların kanatıyordu. Adam da şöyle diyordu:

"Ey İnsanlar! Muhakkak bu yalancıdır, inanmayın" Ben,

"Kim bu?" diye sor­dum. Dediler ki:

"Bu Muhammed'dir, peygamber olduğunu iddia ediyor. Şu da amcası Ebû Leheb'tir. Onun yalancı olduğunu iddia ediyor."[30]

b- Hz. Peygamber (s.a.s)'e bir heyet geldiğinde, bu heyet amcasına ondan sorar,

“Sen onu en iyi tanıyansın...” derdi. O da onlara,

“Muhammed bir sihirbazdır” der, bunun üzerine de onlar ondan yüz çevirir, onunla karşılaşmazlar. Derken ona bir heyet daha gelir, amcası da onlara, buna benzer şeyler söyler. Onlar da,

“Onu görmeden gitmeyeceğiz” deyince, Ebû Leheb,

“Biz onda, delilikten başka hiçbir şey müşahede etmedik. Eli kurusun ve kahrolsun..” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) bundan haberdar olur ve hüzünlenir. Bunun üzerine de bu sûre nazil olur.

c- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize İbrahim İbn Ebu Abbâs, Abdurrahmân İbn Ebu Zenâd'dan nakletti ki; ona babası Rebîa İbn Abbâd adı verilen Deyl oğullarından bir adamdan nakletmiş:

"Adam câhiliyyet devrinde müşrik imiş, sonra müslüman olmuş." Rebîa demiş ki:

"Câhiliye devrinde Zu'1-Mecâz panayırında peygamberin şöyle dediğini duy­dum:

"Ey insanlar, ‘Allah'tan başka ilâh yoktur’, deyin ve kurtulun." Halk onun etrafına toplanmıştı. Arkasında da parlak yüzlü hîlekâr ve ba­şında iki bölük örgüsü bulunan birisi dolaşıyor ve diyordu ki:

"O, ya­lancı bir sâbiîdir." Her gittiği yerde onun arkasından gidiyordu. Bunun kim olduğunu sorduğumda,

"Amcası Ebu Leheb'tir", dediler.

İmânı Ahmed bu hadîsi Süreyc kanalıyla İbn Ebu Zenâd'dan nakleder. Ebu Zenâd der ki:

"Ben; Rebîa'ya şöyle dedim:

"Sen o gün küçük çocuk muy­dun?" O,

"Hayır, Allah'a andolsun ki o günü iyi hatırlıyorum. Ben, bir kır­ba taşımaktaydım." demiştir. [31]

d- Muhammed İbn İshâk der ki: Bana Hüseyn İbn Abdullah îbn Ubeydullah İbn Abbâs nakletti ki; o, Rebîa İbn Abbâd ed-Deylî'nin şöyle de­diğini işittim, demiştir:

"Ben delikanlı iken babamla beraber idim, Ra­sûlullah (s.a.v.) kabileleri dolaşıyordu ve arkasında da parlak yüzlü, hî­lekâr bir adam vardı. Saçları omuzuna dökülmüştü. Rasûlullah (s.a.v.) bir kabilenin yanında duruyor ve onlara:

"Ey falanca oğulları, ben size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Allah'a ibâdet etmenizi, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamanızı emrederim. Beni tasdik edip Allah'­ın bana gönderdiği hükmü uygulayıncaya kadar beni korumanızı söylerim." Rasûlullah (s.a.v.) konuşmasını bitirince, arkasından öbür adam geliyor ve diyordu ki:

"Ey falanca oğulları, bu adam sizin Lât ve Uzzâ ile cinlerden müttefikiniz olan Benu Mâlik İbn Akyeş’i terkedip ken­disinin getirdiği bid'at ve dalâlete gitmenizi istiyor, onu dinlemeyin ve kendisine uymayın." Ben babama;

"Bu kim?" dedim de babam;

"Amcası Ebu Leheb" dedi." [32]

e- Bu hadîsi İmâm Ahmed ve Taberânî de bu lafızla rivayet ederler. [33]

f- Abdurrahman b. Keysan'dan nakledilmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'ın yanma bir heyet gelecek olursa, Ebû Leheb onların yanına giderdi. Onlar da Ebû Lebeb'e Rasûlullah (s.a.v.) hakkında soru soruyorlar. Ona:

"Sen onu biz­den daha iyi tanırsın", diyorlardı. Ebû Leheb onlara şöyle diyordu:

"O çok ya­lancı bir sihirbazdır." Bunun üzerine Peygamberin yanına gitmiyor, geri dö­nüyor ve onunla karşılaşmıyorlardı. Yine bir heyet gelmişti. Ebû Leheb ay­nı şeyleri onlara da yaptı. Onlar:

"Hayır onu görüp de, sözlerini dinlemedik­çe geri gitmeyeceğiz", dediler. Bu sefer Ebû Leheb onlara şöyle dedi:

"Biz ha­la onu tedavi edip duruyoruz. O helak olsun, o yok olsun." Rasûlullah (s.a.v.)'a bu durum haber verilince bundan dolayı çokça üzüldü. Yüce Allah, bu sebeble: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun..." sûresini indirdi." [34]

5- Ebu Leheb’in Rasulullah’a taş atmak istemesi üzerine inmiştir.

Ebû Leheb, Peygamber (s.a.v.)'a bir taş atmak istedi. Yüce Allah onun bu isteğine engel oldu ve onun bu haline engel olunması dolayısıyla da yüce Allah: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun, helak oldu zaten" buyruklarını indirdi.[35]

7- Ebu Leheb’in, Rasulullah’ın Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eden oğlağı öldürmesi üzerine inmiştir.

Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) onu gündüzleyin davet edince, o bundan kaçındı. Gece olunca da, Nûh (a.s.)'un sünnetine uyarak onu gündüz davet ettiği gibi geceleyin de, davet etmek üzere, onun evine gitti. Onun yanına varınca, Ebû Leheb ona,

“Özür dilemen için yanıma geldin...” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, tıpkı ihtiyaç içinde olan birisi gibi onun önüne oturdu. Ve onu, İslâm'a davet etmeye başladı. Ona,

“Eğer seni, inanmaktan, âr ve utanma alıkoyuyorsa, bana bu vakitte icabet et ve sus...” deyince, Ebû Leheb,

“Şu oğlak inanmadıkça, sana inanmam” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) oğlağa,

“Ben kimim...” dedi. Oğlak da,

“Allah'ın Rasulü” dedi ve dilini salıvererek, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i medhetti. Bunun üzerine kin ve hased, Ebû Leheb'i istila etti; hemencecik oğlağın ayaklarından tutarak onu parçaladı.

“Kahrolası, sihir sana da tesir etti” deyince, oğlak:

“Bilakis, sen kahrol...” dedi. Bunun üzerine de, buna uygun biçimde, bu sûre nazil oldu. Yani, “Oğlağın ayaklarını parçaladığı için, Ebû Leheb'in elleri kurusun...” [36]

8- Ebu Leheb’in Rasulullah’ın tebliğine karşı ellerine üflemesi üzerine inmiştir.

Muhammed İbn İshâk şöyle dedi:

“Rivayet olunduğuna göre Ebû Leheb şöyle demiştir:

“Muhammed bana bazı şeyler va'dediyor. Ben, bunların olacağını sanmıyorum. O (Muhammed), bunların ölümden sonra olacağını iddia ediyor. Oysa ki, elime, bunlardan yana hiçbir şey koymadı.” Sonra da ellerine üfledi ve “Hay kahrolasıcalar, şimdi hiçbir şey göremiyorum..” dedi. İşte bunun üzerine de bu sûre nazil oldu.”[37]

9- Ebu Leheb’in karısının Rasulullah’a (s.a.v.) yaptığı eziyetler üzerine inmiştir.

a- Hemedân’dan, kendisine Yezid İbni Zeyd denen birinden İbnu İshâk, ondan İsrâîl tarikından İbn Cerîr anlattı:

"Ebu Leheb'in karısı, Nebî Aleyhisselâm'in yoluna diken koyardı. Leheb Suresi indirildi."

b- İkrime'den bunun benzerini İbnu Münzir anlattı. [38]

c- Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemîl, Kureyş'li kadınla­rın önde gelenlerindendi. Adı Ferva bint Harb İbn Ümeyye idi ve o, Ebu Süfyân'ın kız kardeşiydi. Küfründe, inâd ve inkârında kocası Ebu Leheb'e yardım ederdi. Bu sebeple kıyamet günü de cehennem azabında ona yardımcı olacaktır. [39]

d- Avfî, İbn Abbâs'tan; Atıyye, Dahhâk ve İbn Zeyd'den nakleder ki:

"Ebu Leheb'in karısı Rasûlullah (s.a.v.)’ın yolu üzerine diken koyardı." [40]

e- İbn Cerîr der ki:

"O, Rasûlullah (s.a.v.)’ı fakîr olduğu için kınardı. Odun topladığı için o da böylece kınanmıştır."[41]

f- Saîd îbn Müseyyeb der ki:

"Ebu Leheb'in karısının değerli bir ger­danlığı vardı. "Ben, bu gerdanlığı Hz. Muhammed'e düşmanlık için harcayacağım", demişti. İşte Allah Teâlâ onun boynuna ateşten bir ip ge­çirerek buna karşılık vermiştir." [42]

g- İbn Ebu Hatim der ki: Bana, babam ve Ebu Zür'a... Ebu Bekr kızı Esmâ'dan naklettiler ki:

"İki eli kurusun Ebu Leheb'in ve yok olsun." âyeti nazil olunca, Harb kızı şaşı Ümmü Cemîl, yüksek sesle elinde bir balta olarak gelip şöyle dedi:

"Biz, onu kötüleyerek kendisinden kaçındık,

Dinini terkettik,

Emrine isyan ettik."

Rasûlullah (s.a.v.) beraberinde Ebubekir olduğu halde mescidde otu­ruyordu. Ebubekir onu görünce dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasûlü, o geliyor, seni görmesinden korkarım." Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

"O, beni hiç göre­mez." Kur'ân'dan bir âyet okuyarak ondan korundu. Nitekim Allah Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyurur:

"Kur'ân okuduğun zaman seninle âhirete inanmayanların arasına örtülmüş bir perde koyarız." [43]

Ümmü Cemîl gelip Ebubekir'in yanında durdu ve Rasûlullah'ı görmedi.

"Ey Ebubekir; arkadaşının beni hicvettiğini haber aldım", dedi. Ebubekir;

"Beyt'in Rabbına andolsun ki; o, seni hicvetmedi." dedi. Ümmü Cemîl:

"Kureyş'liler benim kendilerinin efendisinin kızı olduğumu iyi bilirler." diyerek dönüp gitti.

Velîd veya başkaları hadîslerinde derler ki:

"Ümmü Cemîl Beytullah'ı tavaf ederken çarşaflı olduğu halde ayağı kaydı ve;

"Kınanmış olana yuh olsun", dedi. Abdülmuttalib kızı Ümmü Hakîm dedi ki:

"Doğrusu ben, haya sahibiyim konuşturulmam, görgü sahibiyim öğ­retilmem. Biz hepimiz amca çocuklarıyız. Kureyş ise bunu çok iyi bilir."[44]

h- Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize İbrâhîm İbn Saîd ve Ahmed İbn İshâk... İbn Abbâs'tan naklettiler ki;

"Leheb sûresi nazil olunca Ra­sûlullah (s.a.v.) Ebubekir ile beraber bir yerde oturuyor iken Ebu Leheb'­in karısı gelmiş. Ebubekir Hz. Peygambere;

"Bir kenara çekilsen o seni herhangi bir şekilde rahatsız etmese." demiş. Rasûlullah (s.a.v.) da bu­yurmuş ki:

"Benimle onun arasına bir engel koyulur elbet." Ebu Leheb'in karısı gelmiş Hz. Ebubekir'in yanında durmuş ve demiş ki:

"Ey Ebube­kir; arkadaşın beni hicvetmiş." Hz. Ebubekir demiş ki:

"Hayır, şu Beytin Rabbına andolsun ki; o, ne şiir söyler, ne de bunu ağzına alır." Ebu Le­heb'in karısı:

"Sen elbette doğrulanmışsın", diyerek gitmiş. O, gidince Ebubekir (r.a.):

"Seni görmedi mi?" demiş. Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki:

"Hayır, o dönüp gidinceye kadar bir melek benim önümü kapamak­taydı." [45]

i- el-Humeydi ve başkaları şunu rivayet ediyor:

"Ebû Leheb'in karısı kendisi ve kocası hakkında Kur'ân'dan nazil olan buyrukları işitince beraberinde Ebû Bekir (r.a) ile Kabe'nin yakınında Mescid-i Haramda oturmakta olan Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına gitti. Elinde avuç dolusu taş da vardı. Peygamber (s.a.v.)'in yanıbaşında durduğu halde Rasûlullah. (s.a.v.)'ı görmesin diye Allah göz­lerini perdeledi. Ebû Bekir'den başkasını görmüyordu.

"Ey Ebû Bekir, Bana ulaştığına göre senin arkadaşın beni lıicvediyoımıış. Allah'a yemin ol­sun onu bulacak olursam, bu taşları onun ağzına atarım. Allah'a yemin ede­rim ben şair bir kadınım:

"Çok yerilen birisine karşı geldik. Onun emrinden yüz çevirdik Ve onun dinini terk ettik."

dedi ve çekip gitti.

Ebû Bekir:

"Ey Allah'ın Rasûlü ne dersin? Seni görmedi mi?" diye sordu. Pey­gamber (s.a.v.):

"Hayır, beni görmedi. Allah, beni görmesin diye onun gözünü per­deledi" diye buyurdu."[46]

j- Esma (r.a)'dan rivayet edildiğine göre "Tebbet Sûresi nazil olduğu zaman, elinde taş olduğu halde gürültü ve zelzele içinde Ümmü Cemîl gelir, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Ebû Bekir (r.a.) içerde oturduğu halde mescide girer, ve şöyle derdi:

"Kınanmış olarak terkettik onu.

Dinini istemedik. Hükmüne de asi olduk..."

Bunun üzerine Ebû Bekir,

"Ey Allah’ın Resulü, o muhakkak ki sana geliyor, Seni görmesinden korkarım..." deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.),

“O beni göremez...” buyurdu ve “Sen Kur'ân okuduğunda, seninle, ahirete inanmayanlar arasına sımsıkı bir perde gereriz...” [47] ayetini okudu. Ümmü Cemîl, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e,

"Anlatıldığına göre, arkadaşın beni hicvetmiş..." dedi. Ebû Bekir (r.a.),

"Hayır, Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, o seni hicvetmedi." diye cevap verdi. O da,

"Kureyş benim kendilerinin efendisinin ben olduğumu bilir." diyerek çekip gitti."[48]

k- Kureyşliler Rasûlullah (s.a.v.)'ı "yerilen (müzemmem)" diye adlandırıyor ve böylece ona hakaret etmek istiyorlardı. Peygamber de şöyle buyurdu:

"Al­lah'ın Kureyş'in vermek istediği eziyetleri benden nasıl çevirdiğine hiç hay­ret etmiyor musunuz? Onlar "müzemmem" diye birisini hicvedip ona sövüp sayıyorlar. Ben ise Muhammed (çokça övülen)'im."[49]

Kaynaklar

[1] Tefsîrü'l-Keşşaf: 4/813.

[2] Tefsîr-i Kurtubî: 20/234.

[3] Şevkanî, Fethü’l-Kadîr: 5/511.

[4] Ebû Leheb: Resûlullah'ın (a.s.) amcalarından biridir. Asıl adı, Abdüluzza; künyesi, Ebû Leheb'dir. Yüzü fazla parlak ve kırmızıya yakın bir renk ta­şıdığından kendisine bu künye verilmiştir.

[5] Buhari; Cenaiz: 1394, Menakıb: 3525, Tefsir: 4801, Müslim; İman: 355, 356, Tirmizi; Tefsir: 3363, Nesai; Tefsir: 734.

[6] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 396; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/735. bk. Buharı, Tefsîr, 111; İbn Cerir et-Taberî, 30/217-218.

[7] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/534.

[8] Zayıf hadistir. Çünkü seneddeki Kelbî yalancılıkla itham edilmiştir.

[9] Şuarâ: 26/214.

[10] Zayıf hadistir. Çünkü seneddeki Kelbî yalancılıkla itham edilmiştir.

[11] Şuârâ: 26/214.

[12] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 23/538.

[13] Şuarâ: 26/214.

[14] Sebe: 34/46.

[15] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 26/2; 34/2; 111/1, 2; Cenâiz, 98; Müslim, İman, 355; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 111/1, hadis no; 3363; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1/281, 307; Alusi, Rûhu'l-Meânî, 30/260.

[16] eş-Şuara: 26/214.

[17] Nevevi diyor ki: 'İbarenin zahirinden anlaşıldığına göre "ihlâsa erdirilmiş taraftarları­nı" ifadesi, indirilmiş Kur’ani bir ifade iken sonradan nesh edilmiştir." (Şerhu Müslim, III, 82; ayrıca bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, VIII, 502 ve 737.)

[18] Buharî, IV, 1902; Müslim, I, 193.

[19] Şuarâ: 26/214.

[20] Müslim, İman, 348; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 2/333, 360, 519.

[21] Şuarâ: 26/214.

[22] Nesaî, Vasâyâ, 6, hadis no: 3645; benzer rivayetler için bak: Nesaî, Vasâyâ, 6, hadis no: 3642-3644, 3646.

[23] Müslim, İman, 355.

[24] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/536.

[25] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/443.

[26] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/534.

[27] Neysâbûrî, Rağâibu'l-Kur'ân, 30/193-194.

[28] Neysâbûrî, Rağâibu'l-Kur'ân, 30/194.

[29] İbn Cerir et-Taberî, 30/217; İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/439; Razi, Mefatihu’l-Ğayb.

[30] Kurtubî, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, 20/236.

[31] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/534. İbn Kesir der ki: Bu hadîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır.

[32] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/534.

[33] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/534.

[34] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/439.

[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/439.

[36] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 23/540.

[37] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 23/540.

[38] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/735.

[39] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/536.

[40] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/536. İbn Cerîr Taberî de bu görüşü tercih etmiştir.

[41] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/536. İbn Cerîr bu görüşü serdetmekle beraber kimseye isnâd etmez. Sahih olan birinci görüştür. Allah en iyisini bilendir.

[42] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/536. İbn Cerîr bu görüşü serdetmekle beraber kimseye isnâd etmez. Sahih olan birinci görüştür. Allah en iyisini bilendir.

[43] İsrâ: 17/45.

[44] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/537.

[45] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 8/537. Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Ebubekir (r.a.)’den bu isnâddan daha güzel bir isnâdla hadîs rivayet edildiğini bilmiyoruz.

[46] Humeydi, Müsned, I, 153-154; Hâkim, Müstedrek, II, 393; Ebu Yala, Müsııed, I, 153

[47] İsrâ: 17/45.

[48] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 23/538.

[49] Buhârî, III, 1299; Müsned, II. 369.