62. Şüphe yok ki iman etmiş olanlar, yahudiler, hristiyanlar ve sabiler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder, bununla beraber sâlih amelde bulunursa elbette onların Rableri katında ecirleri vardır. Hem onlara bir korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- İbn Ebî Hatim ve el-Adenî’nin îbn Ebî Necîh kanalıyla Mücâhid'den tahric ettiklerine göre O şöyle anlatmış: "Selman dedi ki:

"Rasûlullâh (s.a.v.)'a daha önce birlikte bulunduğum din sâliklerini sordum. Onların dualarını, ibadetlerini zikrettim. Bunun üzerine bu âyet indi."[106]

2- İbn Ebî Hatim'in tahricinde Mücâhid'den gelen rivayette Selmân şöy­le anlatıyor:

"Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'ne, daha önce içlerinde bulunduğum din men­suplarını sordum ve dedim ki:

"Ey Allah'ın elçisi, namaz kılıyorlar, oruç tutu­yorlar, sana iman ediyorlar ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ediyorlardı." Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi."[107]

3- Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Hafız, Abdullah b. Muhammed b. Cafer el-Hafiz'dan, o Ebû Yahya er-Razî'den, o Sehl b. Osman el-Askerî'den, o Yahya b. Ebî Zaide'den, o İbn Cüreyc'den, o Abdullah b. Kesir'den, o Mücahid'den şunu dediğini bize haber verdi:

"Selman, Peygamber (s.a.v.)'e kilise ashabının hikâyesini anlatınca, Rasulullah (s.a.v.):

"Onlar Cehennemdedir" buyurdu. Selmân dedi ki:

"Bu yüzden yeryüzü bana kapkaranlık ke­sildi. Nihayet bu âyet nazil oldu. Bu sebeple sanki üzerimden bir dağ kalktı."[108]"Bu yüzden yeryüzü bana kapkaranlık ke­sildi. Nihayet bu âyet nazil oldu. Bu sebeple sanki üzerimden bir dağ kalktı."[108]

4- Muhammed b. Abdu'1-Aziz el-Mervezî, Muhammed b. el-Hüseyn el-Haddadî'den, o Ebû Yezid'den, o İshak b. İbrahim'den, o Amr'dan, o Esbât'tan, o da Süddî’den bu âyet hakkında şöyle dediğini bize haber verdi:

"Bu âyet Selmân-ı Farisi'nin ashabı hakkında nazil oldu. Selmân Rasulullah (s,a.v.)'a gelince kendi halkının ibadetle­rinden ve dini yorumlarından haber vermeğe başladı ve dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, onlar namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, sana inanıyorlardı ve senin Peygamber olarak gön­derildiğine şahidlik yapıyorlardı." Böylece Selmân onları övmeyi bitirince Rasulullah (s.a.v.):

"Ey Selmân onlar cehennem ehlindendir" buyurdu. Bunun üzerine Allah Teala: bu âyeti indirdi."[109]

5- Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Cafer, Muhammed b. Abdillah b. Zekeriyya'dan, o Muhammed b. Abdirrahman ed-Değuli'den, o Ebû Bekr b. Ebî Hayseme'den, o Amr b. Hammad'dan, o Esbat'tan, o Suddi'den, o Ebû Malik'den, o Ebû Salih'den, o İbn-i Abbas'tan, o Mürre'den, o İbn-i Mesud'dan, o da Peygamber (s.a.v.)'in bir gurup Ashabın'dan rivâyeten bize haber verdi ki "bu âyet Selmân-ı Farisi hakkında nazil olmuştur. O, Cündeysâbûr (veya Cündişapur) ahalisinin eşrafındandı. Bu âyetin devamı ise Yahudiler hakkında nazil olmuştur."[110]

6- İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim de Süddî'den rivayet ederler ki bu âyet Selman'ın İslâm'dan önceki ashabı hakkında nazil olmuştur.[111]

7- Taberî, tefsirinde Musa ibn Harun kanalıyla Süddî'den rivayetle hadiseyi çok daha detaylı bir biçimde şöyle vermektedir:

"Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti Selman Fârisî'nin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman (İran'da) Cundişapur şehrin­den ve şehrin ileri gelenlerinden idi. Kralın oğlu ile arkadaş idiler ve yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. Sordular:

"Bu da nedir?" Adam:

"Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim." dedi. Yanına girdiler, adam:

"Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Zina etmiyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almıyacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlatmış. Bu kitap Allah'ın İsa'ya indirdiği İncil imiş. İki genç bundan etkilenerek bu adama (rahibe) tabî olmuşlar. Rahib:

"Bundan sonra (put­perest olan) kavminizin kestiklerini yemek size haramdır", demiş. İki genç bu rahibe gelip gitmeye ve öğrenmeye devam etmişler.

Nihayet bir bayram günü yemekler yapılmış, ileri gelenler ve halk kralın sofrasında toplanmış ve kralm oğlu da bu sofraya davet edilip de gelmeyince kralın oğlunun hristiyan olduğu ortaya çıkmış, kral oğlunu hristiyan yapan rahi­bi çağırtmış ve sürgün etmiş. Rahib iki gence:

"İşte ben gidiyorum. Musul'da bir manastırda 60 mü'minle birlikte Allah'a kulluk ediyoruz. Eğer imanınızda sâdık iseniz siz de gelin." demiş. İki genç de peşinden gitmeye karar veriyorlar ancak kralm oğlunun yol hazırlıkları uzayınca Selman sabredemeyip yalnız başına yola çıkar Musul'daki o manastıra gelir ve görür ki hristiyanlığına sebep olan rahib burada rahiplerin başıdır ve buradaki rahibler de dinlerinin emirlerini yerine getirmede çok titizler. Selman da onlara uyar ve günler böyle geçerken baş rahib Selman'a:

"Yavrum sen gençsin. Bu kadar çok ibadet etme, korkarım usanırsın. Onun için nefsine ibadeti biraz hafiflet." der. Selman sorar:

"Benim yaptığım mı yoksa senin şu emrettiğin mi daha hayırlı?" Başrahib:

"Elbette senin yaptığın" der ve Selman bu minval üzere Allah'a ibadete devam eder.

Bir gün manastırın başrahibi Beytu'l-Makdis'i ziyarete karar verir, onun teklifiyle Selman da onunla birlikte yola çıkar. Yolda kötürüm birine rastlarlar. Onun "Ey rahiblerin efendisi bana merhamet et ki Allah da sana merhamet et­sin" dileğine iltifat etmezler ve yola devam ederler. Beytu'l-Makdis'e gelince başrahib Selman'ı serbest bırakır ve

"Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelir­ler, çık, onları dinle, onlardan öğren" der. Selman bir gün başrahibin yanına üzgün olarak döner. Sebebini sorunca da:

"Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tabî olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler." der. Başrahib:

"Yok hayır öyle değil, bir peygamber daha kaldı ki tâbîleri onun tâbîlerinden daha hayırlı bir peygamber yok. Çıkacağı zaman da bu zamandır. Ben, ona yetişeceğimi sanmı­yorum ama sen gençsin, belki sen ona yetişirsin. O, Arap ülkesinde çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et, ona tabî ol" der. Selman:

"Bana onun alâmetle­rinden birini söyler misin?" deyince başrahib:

"Sırtında peygamberlik mührü vardır, kendisine hediye edileni yer, ama sadakayı yemez." der.

Beytu'l-Makdis'ten çıkarlar, dönüş yolunda o kötürüme yine rastlarlar. Kötürümün: "Ey rahiblerin efendisi, bana merhamet eyle ki Allah da sana merha­met eylesin" seslenişi üzerine merkebinden ona doğru eğilir, kötürümü tutar ve yere çalar, onun için dua eder, sonra da:

"Allah'ın izniyle kalk." der, adam Selman'ın gözleri önünde sapasağlam ayağa kalkar. Selman şaşkın şaşkın bakınırken rahib yoluna devam eder ve gözden kaybolur gider. Selman şaşkınlığın­dan uyanıp rahibi ararsa da bulamaz. Yolda Kelb oğullarından iki arapla karşıla­şır, onlara kaybettiği rahibi sorar, onlar da Selman'ı (öyle anlaşılıyor ki köle olarak satmak üzere) yanlarına alarak Medine'ye getirirler. Selman'ı Medine'de Cüheyne kabilesinden bir kadın hayvanlarına çobanlık yapması için satın alır ve Selman, kadının ikinci bir kölesi ile münavebeyle çobanlık yapmaya başlarlar. Selman'ın bir yandan da kulağı çıkmasını beklediği peygamberin haberindedir. Beklediği haber bir gün çoban arkadaşıyla gelir:

"Bugün Medine'ye peygamber olduğunu iddia eden birisi geldi" der. Hayvanların başına arkadaşını koyan Selman hemen Medine'ye gelir, Efendimiz'in çevresinde dolanmaya başlar. Selman'ı gören ve niyyetini anlıyan Efendimiz elbisesini omuzundan aşağı bı­rakır da nübüvvet mührü meydana çıkar, mührü gören Selman Efendimiz'in yanına gelir, onunla konuşur, sonra çıkar gider, bir dinara bir kuzu ve bir miktar ekmek alır Efendimiz'e getirir. Allah'ın Rasûlü:

"Bu nedir?" diye sorunca da:

"Sadakadır." der. Efendimiz:

"Bizim ona ihtiyacımız yoktur, götür, müslümanlar yesin." buyurur. Selman yine çıkar gider ve tekrar başka bir dinar­la bir miktar ekmek ve et satın alıp Efendimiz'e getirir. Onun:

"Bu nedir?" soru­suna bu sefer

"Hediyedir" cevabı verir. Efendimiz:

"Otur o halde." buyurur ve birlikte yerler.

Konuşma sırasında Selman, arkadaşlarından bahseder, onları anlatır ve:

"Ey Allah'ın rasûlü, namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi." der. Selman'ın, arkadaşlarına olan övgüleri bitince Efendimiz:

"Ey Selman, onlar cehennem ehlindendir." buyurur da bu Selman'a çok ağır gelir. Kaldı ki Efendimiz'e:

"Eğer onlar sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı." da demişti. İşte bunun üzerine Alalh Tealâ "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirir.

8- Taberî, tefsirinde Müsennâ kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete daha yer verir ki buna göre "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olan­lar..." âyetinden sonra Allah Tealâ "Her kim İslâm'dan başka bir din isterse asla ondan kabul edilmeyecektir."[112] âyetini indirmiştir ki bu da bi­rincisinin Selman'ın, arkasında bırakıp geldiği ve Hz. Muhammed'in bi'setini bekleyip de ona yetişmeden ölen o hristiyanlar hakkında müjdeyi ihtiva etmekle birlikte Efendimiz'in bi'setinden sonrakiler hakkında ikinci Alu İmrân âyetiyle nesholunduğu düşüncesini akla getirmektedir.[113]

9- Müfessirler, bu ayette kimlerin kasd edildiği konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bunun sebebi, aynı âyetin sonundaki: "Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ederse" ifadesidir. Çünkü bu: "iman edenler..." ifadesindeki imandan kastedilen şeyin, "Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ederse" ifadesindeki imandan kastedilen şeyden başka olmasını gerektirir. Müşkil olma bakımın­dan bunun bir benzeri de: "Ey iman edenler, iman ediniz" [114] ayetidir. İşte bu müşkillikten ötü­rü âlimler birçok görüş zikretmişlerdir: [115]

10- İbn Abbas (r.â.)’ın görüşüne göre, bundan murad, Hz. Peygamber (s.a.v.) gönderilmezden önce, yahûdilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından berî ola­rak Hz. İsâ (a.s.)’ya inanmış olan kimselerdir. Meselâ, Kuss b. Sâide, Rahib Bahîrâ, Habibu’n-Neccâr, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel, Selman-ı Fârisi, Ebu Zerr’il-Gifâri ve Necâşî’nin heyetindeki kimseler gibi... Buna göre sanki Hak Teâlâ şöyle demektedir:

"Hz. Muhammed Peygamber olarak gönderilmeden önce yahûdilerin batıl dini üzere ve hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hz. Muhammed, Peygamber olarak gönderildikten sonra Allah’a, âhiret gününe ve Hz. Peygamber’e iman eden herkes için, Rab’leri katında mükafaat vardır." [116]

11- Allah Teâlâ, bu sûrenin evvelinde, münafıkların yolunu, sonra da yahudilerin yolunu anlatmıştır. Buna göre Allah’ın bu ayetteki "iman edenler" ifadesinden maksad, kalbten değil de "lisânen (zahi­ren) imân etmiş" görünen kimselerdir. Bunlar da münafıklardır. Buna göre Al­lah Teâlâ, burada önce münafıkları, sonra yahûdileri sonra hristiyanları, daha sonra da sabiileri saymıştır. Bu nedenle sanki Cenab-ı Hak:

"Bu batılcılardan kim hakiki olarak imân ederse, Allah katında mü’minlerden olur" demektedir. Bu Süfyan es-Sevri’nin görüşüdür. [117]

12- Allahın "iman edenler" ifadesinden muradı, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gerçekten inanan kimselerdir. Bu ifâde geçmişle alâkalıdır. Daha sonra gelen:

“Kim Allah’a imân ederse“ ifadesi ise gelecekle ilgilidir. Bu­na göre bunların manası,

"Bundan önce imân eden, imânını sürdüren ve ge­lecekte de sürdürecek olan kimseler..." demektir. Bu, kelamcıların görüşüdür. [118]

kaynaklar
[106] İbn Ebî Hatim.
[107] Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1/323; Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'İ-Mufessirîn, Kahire tarihsiz (Birinci baskı), s. 13.
[108] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 1/256, Hakim; Müstedrek; 3/599-602. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 23; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/22.
[109] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 1/254, Suyuti bu hadisi, ed-Dürr'de İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim'e nisbet etmiştir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 23; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/22.
[110] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 1/254, Hakim; Müstedrek; 3/599-602. Ebu Salih İbn Abbas'tan işitmemiştir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 23.
[111] Suyûtî, Lübabu'n-Nukul, 1/13-14.
[112] Alu İmrân: 3/85.
[113] İbn Cerir et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, 1/254-257; İbn Hişâm da Selman el-Fârisî'yi ihtidaya götüren hâdiseleri bundan daha tafsilâtlı olarak İbn İshâk'tan naklen zikreder. Bak: es-Siretu'n-Nebeviyye, Tahkik: Mustafa es-Sakâ, İbrahim el-İbyârî, Abdulhafîz Şelebî, Kahire 1375/1955, 1,214-220.
[114] Nisa: 4/136.
[115] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb.
[116] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb.
[117] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb.
[118] Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb.