Bugünkü hukuk fakültelerine muadil olan Medrese't-ül kuzzatta tahsil eden bir talebe, aleyhissalatü vesselam efendimize can ve gönülden aşık imiş. o devirde, bu mektebi birincilikle bitiren talebeleri, taltif ve teşvik için Medine-i münevvere kadılığına ( Hakimliğine) tayin ederlermiş. 

O devir deyince, gözlerimizin önüne Yunanistan, Arnavutluk, Sırbistan, Bosna, Hersek, Karadağ, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Eflak, Buğdan, Kırım, Irak, Suriye, Lübnan, Hicaz, Yemen Mısır, Trablusgarp, Fas, Cezayir. Fizan, Habeşistanın sahil kısımları ve Sudan'ın içlerine kadar alabildiğine genişlemiş muazzam bir ülkenin sınırları gelmelidir. Dünyada mevcut İslam ülkeleri de, manen ve maddeten bize bağlı idiler. 

Bu arada, Hicaz kıt'a-i tayyibesindeki mukaddes şehirlerden mü'minlerin kıblesi Kabe-i muazzamayı ihtiva eden Mekke-i-mükerreme ile, Resululilah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin Kabr-i münevverelerini muhtevi Medine-i-münevvere'de, bu sınırların içinde bulunuyordu. Fahr-i kainat efendimize aşık olan talebe de, bir yandan derslerine çalışır, fırsat buldukça da sıcak göz yaşları dökerek, Allahu teala'ya niyazda bulunurdu. 

- Ya Rabbi.. Zihnimi aç, bana himmet ve gayret ihsan buyur. Tahsilimi birincilikle bitireyim de, Habib-i edibinin şehrine kadı olayım. Ey benim Rabbim .. Bunu. bana kolaylaştır, benden bu lütfunu esirgeme .. Bu duamı tenezzülen kabul buyurur ve o belde-i tahireye kadı olarak muradıma erdirirsen ; ahdim ve nezrim olsun, bu mes'ut yolculuğa çıktığım da, benden ilk defa yardım isteyecek olana, cebimde ne kadar para varsa veririm.

 Aradan günler ve aylar geçmiş, muhabbet-i Resulüllah ile yanıp tutuşan talebe, gerçekten Medrese't-ül-kuzzatı birincilikle bitirmiş ve Medine-i-münevvere kadılığına tayin olunarak muradına ermişti. Vazifesine başlamak üzere yola koyulan genç kadı efendi, Şam'da bir mescitte namazını kılarak dışarı çıktığı zaman. karşısına acaip bir zat çıkmış ve : 

 - Şey'en lillah, diyerek kendisinden sadaka istemiş . 

Kadı efendi, derhal elini kesesine atmış ve olacak bu ya, eline bir beşi bir yerde geçmiş.. Bir an, daha küçük bir sadaka vermeyi düşünürken kulağına: 

 - Ahdini yerine getir ! .. denilmiş. 

 Öyle ya; yola çıktığında ilk karşılaşacağı yardım talebine, cebindeki bütün parayı vereceğini ahdetmemiş miydi ? Derhal, bu ahdini ve nezrini hatırlamış ve beşi birliği o garibe gönül rizası ile vermiş. Yorucu bir yolculuktan sonra, selametle Medine-i münevvereye varmış ve hemen huzur-u saadete koşmuş .. 

Mescid-i Nebiyye girince, bir kenarda ayaklarını uzatmış yatan birisini görmüş , fena halde sinirlenmiş ve onu ikaz edebilmek için hafifçe ayaklarına vurarak uyandırmış . Ayaklarını uzatıp sere serpe yatan zat, doğrulmuş ve kadı efendiye dik dik bakarak oturmuş. Güneş batmış, önce akşam ve daha sonra da yatsı namazları kılınmış . esasen yol yorgunu olan kadı efendi de misafir olduğu yere giderek istirahate çekilmiş.

Muradına ermiş insanların iç rahatlığı ve huzuru ile Rabbine hamd-ü sena ve Resul aleyhisselama salat ve selamdan sonra, uykuya dalmış ve bir rüya görmüş. Rüyasında, kendisinden şikayetçi olduğu bildirilerek huzur-u saadete davet olunmuş. 
Aleyhissalatü vesselam efendimiz, etrafında ashab-ı kiramı olduğu halde oturuyorlar ve şikayetçi olduğunu söyleyen zat da, huzurda ve ayakta duruyormuş. Şikayetçi, kadı efendiyi göstererek : 

 - Ya Resulallah, bu zattan davacıyım, huzurumu bozdu demiş. Aleyhissalatü vessellam efendimiz, kadı efendiye sormuşlar : 

 - Bak, davacıyun diyor. Ne dersin? 

 Çok küçük yaşından itibaren aşkı ile yanıp tutuştuğu iki cihan serverini, karşısında nurlar içinde leman eder halde görerek gaşyolan kadı efendi : 

 - Ya Resulallah, demiş. Ben bu zata ne yapmışım? Emredin de suçum ne ise söylesin. 

Davacı olan zat, derhal cevap vermiş : 

 - Ben mescitte yatıyordum. Bu kadı efendi bana ayakları ile vurarak uyandırdı, benim huzurumu bozdu. 

Kadı efendi, özür dilemiş ve bağışlanmasını istirham etmiş. ResuI-ü zişan efendimiz de, tarafların barışmalarını arzu buyurduklarını bildirmişler ve kadı efendi ile kendisinden davacı olan zat sarmaş dolaş olmuşlar ve barışmışlar. 
Kadı efendi, gördüğü bu lutf-u ilahinin tesiriyle sürur içinde gözlerini açtığı zaman, Mescid-i Nebeviden ezan sesleri yükselmiş ve hemen abdest alarak sabah namazına koşmuş. 

Huzur-u saadete yöneldiği sırada, bir de ne görsün? Aynı zat, aynı yerde yine ayaklarını uzatmış yatıyor. Bu defa, dizleri üzerine çökerek, o zatın ayaklarını öpmüş. Meçhul zat. uyanıp doğrulmuş ve kadı efendiye :

- Benden ne istiyorsun? demiş. Dün teptin, bugün öptün. Kadı efendi, özür dilemiş ve: 

- Beni af buyurmanızı ve hakkınızı helal etmenizi rica ediyorum. demiş. Meçhul zat, kadı efendiye yine dik dik bakmış : 

-Yahu ne tuhaf adamsın, demiş .. Yanın saat evvel, seninle huzur-u Peygamberde barışıp, helallaşmadık mı?

Kadı efendinin, hayretten irileşen gözleri önünde, cebinden çıkardığı beşi birliği uzatmış ve :
- Hatırladın mı bu sarı lirayı? demiş. Hani, bana Şam da mescidin önünde vermiştin. Ahdine vefakar olduğundan sana Nebiyyi zişanın cemalini gösterdim. 
Kadı efendi avucuna bırakılan sarı liraya bakarken, o meçhul zat da gözden sır olmuş gitmiş. 

Ey aşık-ı sadık : Ahdine vefakar ol, selameti bul.. Ahde vefa etmemek. gerçekten münafıklık alametidir. Böyle kötü huyların varsa, durma tövbe et, Allah celle tövbeleri kabul buyurur. Tövbeden sonra da, bir daha bu kötü huylara sakın dönme.. Yalan söyleme, ahdinde kavi ol, sözünde dur, emanete hiyanet etme. Mü'mine yakışan güzel huylar, güzel sıfatlar bunlardır. Ahde vefa edenlerin, dünya hayatlarında nail oldukları lutuflar böyle olursa, baki ve ebedi alemde mazhar olacakları ihsanlan senin idrak ve iz'anına terke derirn.

İrşad 3.cilt sayfa :445-446-447