Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu)’in şehid olması anlatılmaktadır.
Ka’bü’l-Ahbâr (Radiyallahu anhu) bir gün Hazreti Ömer’in huzuruna geldi:
– Ey yeryüzünün halifesi! Ben Tevratta okumuştum. Senin üç günlük ömrün kaldı, dedi. Hazreti Ömer; (Vücudunda ağrı, hastalık olmadığından birden bire öleceğini tahmin etti) Allah’u Teâlâ’nın kazâsına razıyız, buyurdu.
O günlerde Mugiyre bin Şu’be veya Hâlid Hazretlerinin kölesi olan Ebû Lü’lü (*) adındaki Mecûsi, Hazreti Ömer’in huzuruna geldi. Efendisinin kendisinden haddinden fazla para istediğinden şikâyet etti.
Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– Ne kadar istiyor? diye sordu.
– Her gün iki dirhem istiyor, dedi. Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– Hangi san’atları biliyorsun? buyurdu. Mecûsi birkaç tane saydı. Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– Bu san’atlara göre bu kadar para fazla değildir, buyurdu. Sonra, senin yel değirmeni yaptığını işittim. Bir tane de benim için yapar mısın? buyurdu.
Ebû Lü’lü:
– Senin için bir tane yapacağım, Şark’ta, Garb’ta onu söyleyecekler, dedi. Hazret-i Ömer (Radiyallahu anhu):
– (Etrafındakilere) Bu kâfir beni öldürmek istiyor, buyurdu. Ashâbı:
– Emir buyurun, öldürelim dediler. Hazret-i Ömer:
– Öldürmeden evvel kısas yapılmaz, buyurdular.
Ebû Lü’lü bundan sonra fırsat aradı. Zilhiccenin yirmi üçüncü günü sabah namazını kılarken fırsatını bulup Hazreti Ömer’i altı yerinden yaraladı.
Ayrıca on kişiyi daha yaraladı. Dokuzu bu yaralardan şehid oldular. Benî Esed kabilesinden birisi Ebû Lü’lü kâfirinin başına bir ok atıp yere düşürdü. Başka birisi de bıçak ile boğazını kesip öldürdü.
Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu) bu hâli gördü. Ka’bül-Ahbâr Hazretlerinin sözü hatırına geldi. Allah’ın takdiri yerini buldu. Sonra Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu anhu) Hazretlerine emir buyurdular. İmâmlık yaptı. Sonra Ashabı Kirâm (Radiyallahu anhu)’ı topladı:
– Ebû Lü’lü beni öldürmesi için siz mi söylediniz? buyurdu. Ashâb-ı Güzin:
– Haşa öyle bir şey yoktur, diyerek yemin ettiler. Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– Allah’u Teâlâ’ya hamd olsun ki bu ümmetin katlettiği kimse olmadım. Bir Mecûsi’nin elinde şehîd oldum, buyurdu. Ayrıca: Hem diri, hem ölü iken halifeliğin benim üzerimde olmasını istemem. Aşere-i Mübeşşere’den altı kişi söylüyorum. Bunlar halife olmaya layık kimselerdir. Aralarında müşavere etsin, birini halife seçsinler. Ben onların hiç birini kat’i olarak seçemedim.
Bu altı kişi: Osman bin Affan, Ali bin Ebû Tâlib, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebî Vakkas, Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu anhu) idi. Sa’îd bin Zeyd Hazretleri hayatta oldukları halde onu söylemediler. Çünkü amcasının oğlu idi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh Hazretleri vefat etmişti. Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– Eğer, Ebû Ubeyde hayatta olsaydı onu halife tâyin ederdim, buyurdular. Husûsen Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) onun için:
– Bu ümmetin emînidir, buyurmuştu.
Hazreti Ömer: Bu altı zâtta, hilafetle bağdaşmayan vasıflar gördü:
1- Osman, akrabasını sever. Onları iş başına getirir. Arablar bundan hoşlanmazlar. Sonunda şehid olmasına sebeb olur.
2- Ali, halkı doğru yola sevk ve teşvik eder. Yalnız mizacında biraz mizaha meyil vardır.
3-Talha, göz alıcı elbiseler giyer, süslü gezer. Allah’u Teâlâ onu bu ümmetin işlerine mütevelli kılmaz.
4- Zübeyr sert tabiatlıdır. Halifelikte rıfk lazımdır.
5- Sa’d bin Ebi Vakkas harp adamıdır. Halifelik yapamaz.
6- Abdurrahman bin Avf iyidir . Fakat za’iftir, kimseyi incitmek istemez. Hilafette azarlamak ve dövmek olur, buyurdu.
Böylece Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu), bu altı serverden birini halifeliğe tayin buyuramadı.
Bir rivâyette Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu) seher vakti mescid-i şerife namaz kılmağa giderken Ebû Lü’lü kâfiri bıçağıyla karnından yaraladı. Hazreti Ömer başkalarını çağırdı. Haber yayılarak bir çok kimseler geldi. Hazreti Ömer’i o halde görüp ağlaştılar ve Ebû Lü’lü kâfirini öldürdüler. Hazreti Ömer’i oradan evine götürdüler. Cerrâh geldi, yarayı dikti. Eğer hiç hareket etmezse üç, dört gün sonra iyileşir, dedi. Ashâb-ı Güzin etrafında oturdular. Hilâfet işi ve bazı dîni hususlarda vasıyyetler etti. Namaz vakti geldi. Müezzin ezân okudu. Cerrâha:
– Şimdi abdest almağa kalksam ne olur? buyurdu. Cerrâh:
– Yerinden kıpırdarsan dikişler sökülür, tehlikelidir, dedi.
Hazret-i Ömer (Radiyallahu anhu):
– «Namazı terk etmektense, karnım yarılsın» buyurdu.
Bir sahâbîyi Hazret-i Aişe’nin evine gönderdi.
– Ravzâ-i Mutahhara’ya Resûl-i Ekrem’in yanına gitmeğe, o servere iltica etmeğe izniniz var mı? diye sordurdu. Hazreti Aişe ağladı:
– Baba yâdigarı Hazreti Ömer de gidiyor, o yeri kendim için düşünüyordum. Fakat ona bağışladım. Hazreti Ömer’e söyleyin, Resûl-i Ekrem’in ve babamın huzurlarına varınca benim selâmımı söylesin. Bu ayrılığım daha ne kadar sürecektir diye sorsun dedi. Hazreti Ömer (Radiyallahu anhu):
– (Bunu işitince oğlu Abdullah Hazretlerine buyurdu ki:)
Benim cenaze namazım kılınınca Hazret-i Aişe’nin huzûruna git. Ravza-i Mutahhara’ya defn olunmam için tekrar izin iste. Belki hayatımda, benden utanıp izin vermiştir. Namâz vaktinin sonu gelmişti. Abdest almak için doğruldu. Yarasının dikişleri sökülüp düştü. Dostlarına elveda, elveda, hakkınızı helâl edin, tekrar görüşmemiz kıyâmete kaldı, buyurdu.
Ashâbı Güzin arasında ağlama, inleme başladı. Hazreti Ömer son söz olarak kelime-i şehadet getirdi. Ruhunu Hakk Teâlâ Hazretlerine teslim etti. Techiz, tekfin işleri görüldü. Namazı kılındı. Oğlu Abdullah Hazretleri, Hazreti Aişe’nin huzuruna vardı. Babasının Ravza-i Mutahhara’ya defn edilmesi için izin istedi. Hazreti Aişe ağladı.
– Ey Emîre’l-Mü’minin! Hayatında ve vefatında adâleti elden bırakmıyorsun. O yeri sana feda ettim, dedi. Hazret-i Ömer’in cenazesini Ravzâ-i Mutahhara’ya götürdüler. Birisi ileri gidip:
– Esselâmü aleyke yâ Resûlullah! Ömer’i getirdik. Eğer izniniz olursa Ravzâ içine defn edeceğiz, dedi.
Bütün Ashab-ı Kiram; Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın mübarek sesini duydular.
– Benim yârimi yanıma getirin, buyurdu. Ravzâ’nın kapısı açıldı. Hazreti Ebû Bekir’in sol yanında bir kabir hazırlanmıştı. Hatta Ravzâ’dan bir elin çıkıp, Hazreti Ömer’in boynuna dolandığı da rivâyet edilmiştir.
(*) [Bu kölenin adı Firûz’dur. Ebû Lü’lü lâkabıdır. (Musahhih)]
Kaynak DÖRT BÜYÜK HALİFE
S:168-169-170-171
0 Yorumlar